İnsanların kendilerinden daha güçsüz (ya da sadece silahsız mı demeliyiz?) olan canlılara karşı garip bir zaafı var. Onları öldürmeye bayılıyor! Hayvansal gıda tüketmeden, kürk ya da deri giymeden, hayvanat bahçesi gezmeden yaşayamayan bir türüz vesselam. Bugün meselemiz doğal ortamları (efendim?) olan sokaklarda yaşayan hayvanlar değil okuyucular. Kürkler, sirkler, orman katliamı da değil. Bol bol kolesterol için hayvanları tecavüz askılarında süründürmemiz ya da havasızlık ve stresten birbirlerini öldürmelerini izlememiz hiç değil. (Ama isterseniz sizi “Mezbahaların cam duvarları olsaydı herkes vejetaryen olurdu.” Sözüyle tanıdığımız Paul McCartney’in şu videosuna alabiliriz: https://www.youtube.com/watch?v=ql8xkSYvwJs )
Hemen
koltuklarımıza geçip, türcü maskelerimizi çıkarıyoruz ve kendimizi yukarıda
bahsi geçen durumların hepsinin işkence olduğunu kabul ederken buluyoruz. Çünkü
yolumuz çok başka, yolumuz yol değil. Hayvanların
deneylerde kullanılması hayvan sömürüsüyle ilgili en tartışmalı mevzu. Bunun
nedeni diğer sömürü çeşitlerinden farklı olarak bir kısım deneylerin
keyfilikten gerekliliğe kayan bir konuma sahip olması. Bunun en bilindik örneği
kanser araştırmaları. Ancak hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin çok çok büyük
bir kısmı tamamen gereksiz. (kozmetik
ürünlerinin tavşan gözlerinde denendiği Draize testleri, psikolojik deneyler ve
daha niceleri)
Harry Harlow 1905-1981 yılları arasında yaşamış, Madison
kentinde Primat Araştırmaları Merkezi’nde görev yapmış bir psikolog. 1965’te “Son on yıldır,
doğumlarından itibaren çıplak tel kafeslerde tuttuğumuz maymunlar üzerinde
kısmi toplumsal tecritin etkilerini inceliyorum.” Demiş. Bunu da maymunları
doğduktan birkaç saat sonradan başlayıp 3., 6. veya 12. Aya kadar hiçbir
canlıyla etkileşimde bulunamayacakları çelik odalara kapayarak yapmış. Sonuç
gerçekten bugün kullandığımız bütün teknolojileri, insanlığın doğuşundan şu
güne kadar psikolojiye dair elde ettiğimiz tüm veriye bedel: “Hayatın ilk
dönemlerinde yeterince şiddetli ve uzun süreli bir tecrit, bu hayvanları
birincil toplumsal tepkinin korku olduğu bir toplumsal-duygusal düzeye
indirgemektedir.” (Proceedings of the National Academy of Science, 1965)
Tabi ki
Harlow bununla yetinmemiş. Anne yoksunluğu araştırmaları yapmak için yapay
canavar anneler üretmiş. Ne olursa olsun yüksek basınçlı hava çıkaran bez
annesine sarılmak isteyen maymunu görünce, bebek maymunu inanılmaz derecede
sarsan bir anne yapmış. Yine mi olmadı? Tel çerçeveye sarılı bir yapay anne
yapmış ki hayvanı istediğinde itebilsin. Bebekler yine anneye sarılma güdüsüyle
hareket edince ise kirpi anne yapmış ki, bir anda çıkan dikenleriyle yavru
maymunu uzaklaştırabilsin. Ve maymun, dikenlerin içeri girmesini bekledikten
sonra annesine yine sarılmış. Burdan ne anladık? Anneler
dünyanın en kutsal varlıkları. Bunu Harlow olmadan anlayabilecek miydik? Tabi
ki hayır!
Harlow anlayamamış olacak ki gerçek bir canavar anne
yaratmanın peşine düşmüş. Tecritte büyüttüğü dişi maymunlar kendi istekleriyle
anne olmayınca onları tecavüz askılarına asarak (evet günümüzde ineklerin
çiftleşmesi için kullanılanlar da tecavüz askıları) hamile bıraktırmış.
“...maymunlar acımasız ve öldürücüydü. En sevdikleri numaralardan biri
dişleriyle bebeğin kafasını kırmaktı.” ( Engineering and Science, 1970) Tüm
araştırmalarından sonra aşırı bilimsel ve kırk yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek
sonuçlara ulaştıktan sonra daha fazla araştırma yapmak gerektiğine kanaat
getirmeyi tabi ki ihmal etmemiş kendileri.
Anlatılan
olayların yılları güncel değil. Ancak bu değerli psikoloğun yetiştirdiği
öğrenciler, onların öğrencileri derken zihniyetin hala sürdüğünü tahmin etmek
güç olmaz. Anne yoksunluğu deneyleri
başladıktan sonraki otuz yıllık süreçte ABD’de bu türden 250den fazla deneyde
7000i aşkın hayvan kullanıldı. Hatta o kadar çok düşünmeye bile gerek yok. Hayvanlar
ve deney konusu açıldığı anda ‘Diyelim ki ölmek üzeresin. Ya hayvanların
üzerinde denenen bir ilacı kullanıp yaşayacaksın ya da öleceksin. Ne yaparsın?’
bakış açısıyla tüm zulümleri görmezden
gelen pek çok insanda Harlow’un vicdansızlığının ufacık da olsa bir parçasını
görmek mümkün. ‘Temperli Kedi Hayvanları Deneylerde Kullanmalı mı Kullanmamalı
mı Komitesi’ olarak kafamızı en çok kurcalayan soru ise şu: Eğer yapılan tüm
deneyler işe yarıyorsa kullanılan hayvanlar ve insanlar arasındaki benzerlik su
götürmez bir gerçek. O halde neden kendi türümüze bu kadar yakın başka türlere
eziyet ediyoruz? Bu, kendi türümüze eziyet etmekten tam olarak ne kadar farklı
olabilir? Yapılan deneyler işe yaramıyorsa, neden bizden bu kadar farklı
canlılara gereksiz yere işkence yapıyoruz?
*Bu yazıda Harlow’un
yaptığı deneylerle ilgili bilgiler Peter Singer’ın ‘Hayvan Özgürleşmesi’ adlı
kitabından alınmıştır.